2 Şubat 2011 Çarşamba

düşünce: Köylü efendimizdir

düşünce: Köylü efendimizdir

düşünce: özgürlük

düşünce: özgürlük: "Kullandıımız kavramların çoğu üzerinde gerektiği kadar duraklayıp onların içeriğinin karşılıkları olan realiteyi olduğu gibi yani doğru şek..."

özgürlük

Kullandıımız kavramların çoğu üzerinde gerektiği kadar duraklayıp onların içeriğinin karşılıkları olan realiteyi olduğu gibi yani doğru şekilde yansıtıp yansıtmadıklarını incelediğimizi sanmıyorum.
Örneğin ÖZGÜRLÜK kavramını ele alalım.İnsanlık tarihinde ne kadar geriye gidersek gidelim,insa nlar için ÖZGÜRLÜK daima bir özlem olmuştur,ona bir türlü kavuşamamıştır.
Buna karşılık J.J.Rousseau başta olmak üzere birçok düşünür İNSANLARIN ÖZGÜR DOĞDUĞUNU ileri sürmüş ve bizler de bu savındoğruluğuna inanarak özgür doğduğumuzı yineleyip durmuşuzdur.
Konuyu biraz yakından ve eleştirel bir gözle ele alırsak.İnsanın dünyaya gelmesi kendi iradesine bağlı olmayıp,dünya gelip büyüdükten sonra anne ve baba olarak adlandırılan iki insanın iradesinin eseri olduğunu görürüz.Bir kısım insan iradenin yokluğuna rağmen bile dünyaya gelmiştir. Bu durum,beni ,insanın doğuştan özgür değil bağımlı bir canlı olarak dünyaya geldiği düşüncesine götürmektedir.

Çocuk dünyaya gelmeden önce onun her alandaki varlğını belirleyecek olan genler yine onun iradesi dışında ona aktarılmış olmaktadır.Başka bir deyişle insanın sadece dünya gelmesi değil yani canlı bir varlık olması değil,aynı zamanda NASIL bir canlı olacağı da yine kendi iradesi dışında belirlenmiş olmaktadır.
Çocuk son derece sağlıklı bir varlık olarak dünyaya gelebileceği gibi,çeşitli beden ve ruh hastalıklarını da beraberinde taşıyan bir varlık olarak da gelebilir.Bütün bu olgular insanın sanıldığı kadar SERBEST İRADE ye sahip bir canlı olmadığını;yani onun özgürlüğünden söz etmenin kolay olmadığını düşünüyorum.

Bütün bu öğelerin dünyaya kendi iradesi dışında gelmiş olan çocuğun özgürlükten ne kadar uzak bir varlık olmasına yetmiyormuş gibi,çocuk kendi başına karar verebilecek yaşa gelinceye kadar yalnız ailesinin değil,çevresinin çocuklu ve okul arkadaşlarının kısaca en geniş anlamda ÇEVRE nin etkisi altındadır.Hareketlerinde davranışlarında özgür değildir.Çevresi tarafından eğitilip yönlendirilmektedir. Nasıl besleneceğini,nasıl konuşacağını,HANGİ DİLİ konuşacağını bile ailesinden ve çevresinden ÖĞRENMEKTEDİR.
Şimdi hepimiz bunun doğal olduğunu ,aksinin düşünülemeyeceğini ileri sürebiliriz.Ancak çocuğun büyüyüp oluşmasında bu dış etkenlere ek olarak bir de ona telkin edilien İNANÇLAR vardır.
Çocuk inançlarında da özgür değildir.Kendi adını kendisi seçemediği gibi,inaçlarını ve özellikle de dinsel inançlarını da kendisi belirleyememektedir. ÇOCUKLAR nerede doğmuşlarsa o ülkenin doğrudan vatandaşı oldukları gibi dinlerini seçmekte özgür değillerdir.
Bu zorunluluklar karşısında çocuğun MÜMEYYİZ bir insan haline gelmesi ile ,yani iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı TEMYİZ ( ayırd) edebilecek yaşa ulaştığı zaman özgür hareket edip özgür düşünceye ve inançlara sahip olabilmesi için önünde üstesinden gelinmesi hiç te kolay olmayan bir MİRAS bulunmaktadır.
İşte insan bu aşamadan sonra bu miras içindeki eğrilerden,yanlışlık ve kötülüklerden ,başka bir deyişle bir türlü esaretten kurtulmak için savaşmak zorunda kalmaktadır.Bu, savaş o nun özgürlük savaşıdır ve ne yazık ki bu savaş uzun ve çoğu insan için yaşamının so nuna kazanamadığı bir savaş olmaktadır.




11 Ocak 2011 Salı

İşçiler ve sendikaları

İşçilerin,haklarını korumak ve onlara yeni haklar kazandırmak için üye oldukları sendikalarından ,son zamanlarda hoşnut olmadıkları ard arda gelen yürüşler,gösterilerve sendika binalarının işğali açıkça göstermektedir.
İşçilerin sendikalrından yakınmalarının nedeni yöneticilerin işçinin sesine fazla kulak vermemesinen kaynaklamaktador. Gerçekten Gıda-İş sendikası üyeleri olan Tekel işçilerinin Ankarada açlık veölüm orucuna kadar varan büyük özverilerle uzun süre yürüttükleri mücadele beklenen sonucu vermemişse bunun sorumluları gerek sendikalarda gerekse Türk-İş konfederasonunda görevli bazı sendikacılardır.
Sendika ve Türk-İş konfederasyonunda görevli sendikacılar iktidarla yapılan pazarlıklarda tabandaki işçiler kadar istekli ve ısrarlı davranmamışlardır.Sendika yöneticileri zamanla bürokratik bir zihniyete kapıldıkları gibi,sendikal mücadele sonunda herhangi bir şekilde yöneticilikten uzaklaştırılmaktan korkmaktadırlar.
Sendikal örgütlenmelerinin başlangıcından bir süre sonra işçilikten yöneticilğe geçen sendikacılar kendilerini içinden çıktıkları sınıfın üstünde bir mevkide ve yetenekte görmeğe başlamışlardır.Yöneticiliğin sağladığı avantajlara da kısa sürede alışmışlardır.
Sendika yöneticilerinin yaşamlarında da üye işçilere oranla büyük farklar oluşmuştur.,Sendika yöneticileri üye işçilerin ücretlerine oranla yüksek aylıklar almaya ve özel ulaşım araçları araçla kullanmaya başlamışlardır.Bu davranışlarını da kendilerinin işverenler gibi bir statüde olmasının sendikayı iş veren karşısında daha güçlü bir duruma getireceği şeklinde bir gerekçeye dayandıranlar da olmuştur..

Sendika yöneticileri temsil ettikleri işçilerin oturdukları semtleri terkederekvarlıklılarının yaşadığı semtlere taşınmışlardır.Kılık kiyafetlerini de işverenlerikine bezer duruma sokmuşlar ve biraz da eğlence,ve gece yaşamına özenmişlerdir.
Böylece ortaya ister istemez bir İŞÇİ ARİSTOKRASİSi çıkmıştır.Bazı işverenler bu aristokrasinin oluşmasına yardımcı olmak için toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde sendikalı işçilere ufak tefek ödünler vermeyi ihmal etmemişlerdir.
Bu aristokrasinin işinin sürebilmesi için işçilerin işyeri sahipleri ile olan ilişkinin de sürekli olması gerekmektedir.Uyuşmazlıklar bir defada ve kökten çözülürse o zaman yöneticilere de sendikaya gerek kalmayacaktır.
Bu bakımdan uyuşmazlıkların ortadan kaldırılmasından çok uyuşmazlıkların çoğalması ve sürmesi yöneticilerin iktidarlarının da sürmesinin bir koşulu olmuştur.
Doğal olarak bütün sendika yöneticilerinin bu ARİSTOKRASİ NİN ÜYESİ OLDUĞUNU SÖYLEMEK YANLIŞ VE HAKSIZLIK OLUR.
Ancak herkesin gördüğü gibi Belediye işçilerinden Maden işçilerine, Yol işçilerinden Sağlık işçilerine kadar hemen hemen işçi sınıfının endüstri, tarım ve ticaret alanında çalışan üyelerinin hepsi sadece ellerinden alınan haklar için değil,fakat aynı zamanda yeni ekonomik ve sosyal haklar elde etmek için de sokaklara dökülürken, sendika yöneticilerinin bu savaşta işçilerinin önünde yer almadıkları bazılarının da ,işcinin gerisinde kaldığı ortadadır.

Tabandaki işçinin gerek özel sektöre gerekse kamu sektörüne karşı savaşının yanında bir de Sendikaları ile savaşmak zorunda kaldıkları bir gerçektir.Aslında tabandaki işçinin sedikasını mücadeleye zorlaması ve sendikanın bu mücadelede geride kalmayıp öne çıkmasını istemesi Türk işçi Hareketi açısından son derece olumlu bir bilinçlenme ve gelişmedir. Sendika yöneticileri ile Türk-İş konfederasyonu yöneticilerinin bu işçi yürüşlerinden gereken sonuçları çıkarıp uyuşukluktan kurtulacağını ummak isteriz.